29 Ekim 2008 Çarşamba

YÜZSUYUNU DÖKMEZ BİZİM İNSANIMIZ

Ömrü, borsanın levhalarına bakarak, hortumun çevresi ve uzunluğunun hesaplarını yaparak, kişi başına düşen rakamlara bakarak Türkiye’yi tanıyanların “Durum iyi, dünyada bilmem kaçıncı sıradayız” demesi normal.

Soğuğun iliklerine kadar işlediği adamın üşümesini üzerine atılan yedi yorgan durduramaz. 

Üşütmenin ne demek olduğunu bilmeyen biri hastanın alnına elini koyar ve ateşinin kırk derecelerde olduğunu görünce üşüdüğüne inanmazmış.

Gurbete gitmeyen, gidip de parasız pulsuz, tanıdıksız kalmayan biri de gurbet üzerine söylenen şiirleri anlaması mümkin değildir. 

Şair:

“Ölüm ile ayrılığı tartmışlar,

Elli dirhem ağır gelmiş ayrılık.” Demiş.

Arap şairi de:

“Kılıç yarasıyla ölmek, ayrılık yarasıyla ölmekten hafiftir. “Ölüm zordur” diyorlar. Vallahi vatandan ayrı kalmak daha da zordur.” (Mirkat, şerh-ü Mısbah-ül Mesabih 4/311)

Çocuk sorar, 

- Baba, fakir ne demek?

Baba cevap verir: Bu kelimeyi yıllar önce babamdan dinlemiştim. Fakir olduğunu, sonradan durumunun değiştiğini bana anlatmıştı. Getir şu lügati de bakalım.

Televizyonlardaki yarışma programlarında Amerika’nın dağlarını, taşlarını bilen nehirlerinin debisini söyleyen bir kısım insanların, bizim insanımızın bildiği şeyleri bilmediğini görünce şaşırıyoruz.

Karaçoban’ın dağda donduğu haberi gelmiş. Çobanın hanımı da şehir hamamında imiş. Komşular durumu bildirmişler. Kadın inanmamış ve “Bu havada adam mı donarmış, siz beni kandırıyorsunuz” diyerek sıcak suyu keyifle dökmeye başlamış.

“Yüzsüzler” kelimesini son günlerin soyguncularına kim yakıştırmışsa çok iyi isabet ettirmiş. 

Her güç sahibinin önünde takla atarken, herkese yüz suyu dökerken, suratında yüz kalmayanlar, sırıtarak, “Ülkede fakirlik var, kriz var” diyorlar. Lüks otomobiller, lokantalar, marketler ağzına kadar dolu” diyorlar ama ülkenin yetmiş milyon olduğunu unutuyorlar.

Bazen televizyon ekranında biri bağırıyor “Ne olsaydım yani, ben de ahlaksız mı olsaydım?” diye feryat ediyor. 

Sen ahlaksız olamazsın. Olmak istesen de olamazsın.

Şairine:

Geçme muhannet köprüsünden sel alsın seni

Sığınma çakal gölgesine aslan yesin seni” 

Dedirten bir kültürün mahsulüyüz biz.

Bizi Bozamazlar.

Arap şairi de:

Alçaklar seni susuz bıraksalar, kanaat seni hem doyurur, hem suya kandırır. Ayakların yerde sürünse de aldırma, arzuların yıldızlarda dolaşsın. Alçaklar önünde yüzüyün suyu döküleceğine, damarındaki kan dökülsün daha iyidir” demiş. (Şerh-u Cevherat-üt tevhid s, 7)

Ekmek parası için Amerika’ya gider ama İslami izzetinden, iffetinden fire vermeden kalmayı başarır bizim insanımız.
Kanını döker ama yüz suyunu dökmez bizim insanımız.
MAHMUT TOPTAŞ HOCAMIZDAN ALLAH(cc)RAZI OLSUN

KOMŞULUK HAKKI ÇOK ÖNEMLİDİR

Komşuluk hakkında birkaç atasözü:

Komşu komşunun külüne muhtaçtır.

Ev alma komşu al.

Komşu kimdir? Bu konuda meseleyi dar ve geniş tutanlar, iç içe değişik tariflerde bulunmuşlardır: En yakın kırk ev, her yönden kırk ev, bağırılınca sesin ulaşacağı kadar ev, sabah namazına aynı mescide gelenler, mescitteki ikamet sesini duyan evler... (Kurtubî V/185 vd.) diye belirleyenler olmuştur. Bunların bir kısmı hadislere dayanmakta olsa da anlaşılacağı üzere komşuluk sınırı zamana ve zemine göre esnek bırakılmıştır. Elbette şehirle köy, komşuluk sınırında aynı değildir. O halde bunda en güzel belirleyici örftür. Köy ve şehri ayrı ayrı düşünerek, adet olarak komşu denen evleri komşu diye bilmek, komşu tariflerinin ortalamasıdır.
“Bana ne?”ye hakkımız yok!
Kapısı en yakın olan komşu iyilikte bulunmaya, diğerlerinden daha lâyıktır"(Buhârî, edep 32, suf'a 3) 
"Allah’a ve kıyamete inanan, komşusuna iyilik etsin!" [Buhari]
"Komşusu aç iken tok yatan, [gerçek] mümin değildir." [Buhari]
"Güzel komşuluk et ki, hakiki mümin olasın." [Tirmizi]
"Namaz kılan, oruç tutan, sadaka veren, fakat dili ile komşularını inciten nice kimseler vardır ki, gidecekleri yer Cehennemdir." [Hakim]
"Komşusu kötülüğünden emin olmayan kimse, [kâmil] mümin değildir." [Buhari]
"Allah’a ve ahirete inanan, komşusunu incitmesin!" [Buhari]
"Kötü komşu, gördüğü iyiliği gizler, kötülüğü de yayar." [Taberani]
"Komşunun köpeğini döven, sahibini incitmiş olur." [İ. Gazali]
"Kendisinin iyi mi, kötü mü olduğunu anlamak isteyen kimse, salih komşularının kendisi hakkında ne dediklerini öğrensin! "iyi" diyorlarsa, Allah indinde iyi olduğunu anlasın!" [İbni Mace]
"Cebrail aleyhisselam, komşu hakkının öneminden o kadar bahsetti ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim." [Buhari]
"Allah’a yemin ederim ki, bir kimse, kendisi için sevdiği şeyi, komşusu veya arkadaşı için sevmedikçe iman etmiş olmaz." [Müslim]
Komşunun hakkı nedir? 
Resulullah Efendimizin (s.a.v.) bunu detayıyla anlatan hadisleri vardır: "Ebû Zer! Çorba pişirdiğinde suyunu bol koy ve komşunu da gözet (Müslim, birr 142,143; Dârimî, at'ime 37 .) limler, bu hadisde fakire olduğu gibi, komşuyu düşünmekte cimriye de bir kolaylık sağlanmıştır, demişlerdir. Çünkü, yağını, etini bol kat değil de, suyunu bol kat denmiştir. (Kurtubî V/186) Yani yağından, etinden veremeyen cimriler de hiç olmazsa bolca koydukları suyundan versinler demektir. Aslında Resulullah Efendimiz komşuya çok basit şeylerin değil, vermeye değer şeylerin verilmesini tenbihlemiştir. (Müslim, birr 143) Ama alan açısından da "bir koyun bacağı bile olsa küçümsemeyin" (Buhârî, hibe 1, edep 30; Müslim, zekât 91; Tirmizî, velâ 6) buyurmuştur.
Ma’ün hakkı nedir?
Komşunun çok önemli haklarından biri de, "kevser" sûresinden önceki sûreye ad olan "Mâ'ün" hakkıdır. "Mâ'ûnu tefsirciler çok olmasa da farklı kapsamda açıklamalarına rağmen, hemen hemen birleşilen anlam: Evlerin günlük ihtiyaçlarında kullanılan iğneden baltaya kadar her türlü araç ve gereçlerdir. Bazılarına göre binek bile "Mâ'ûn" kapsamına girer. Allah (c.c.) "Mâ'ûn"u vermeyenleri lânetlediğine göre, komşunun geçici olarak istediği bu tür gereçleri vermemek de yasaklanmıştır.
Komşu ile konuşmamak olur mu?
resulullah Efendimiz: "Müslümanın kardeşiyle üç günden fazla konuşmaması helâl değildir" (Buhârî edep 57, 62, isti'zân 9; Müslim, birr, 23, 25, 26; Eb0 Dâvûd, edep 47; Tirmizî, birr 21, 24), buyurduğundan, Müslüman komşu, üç günden çok dargın terkedilmez. Ancak dîne ve ırza karşı kötü bir tavrı var ve sözle de bunu terketmiyorsa, kendisiyle konuşmamak da onu sıkıyor, yalnızlığa itiyor ve hatâsından caydırıcı bir özellik taşıyorsa, konuşmamakla ta'zir edilebilir. Bunu özellikle birçok kişinin yapması da etkili olur. Saadet asrından da Tebük seferinden geri kalan Kâ'b b. Malik'e bu tür bir boykot uygulanmış ve iyi sonuç âlınmıştır. (Aynî XXI/44; Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm, Tevbe 9/120 âyetinin tefsirleri ) Aksi halde konuşmamak câiz görülemez.
Resulullah Efendimizin başka bir hadisleri komşuluk hukukunu oldukça geniş anlatır."Borç istediğinde verirsin, yardım istediğinde yardım edersin, muhtaç ise verirsin, hasta ise ziyaret edersin, ölürse cenazesine gidersin, bir nimete kavuşursa sevinirsin ve onu kutlarsın, bir musîbete uğrarsa üzülürsün ve ona taziyet edersin, tencerenin kokusuyla onu rahatsız etmezsin, ona pişirdiğinden verirsin, binanın üzerine çıkmazsın, onun izni olmadan ferahlatıcı rüzgârını kesmezsin, meyva aldığında ona da hediye edersin, hiç olmazsa evine getirirsin; çocuğun onun çocuğunun gıpta edeceği bir şeyle çıkmâz. Ne dediğimi anlıyor musunuz? Komşunun hakkını ancak Allah'ın çok az şanslı kulu gözetebilir." Bir defasında Efendimiz Aişe annemize hitaben: "kurban etini dağıtmaya önce komşumuz yahudiden başla" buyurmuşlardır. (Kurtubî V/188)

21 Ekim 2008 Salı

İNSANI ALDATANLAR:MAL VE ÇOCUKLAR

Dünyada hangi meşgaleler bizi oyalar, biliyor musunuz? Kesin bilgiye sahip olmak isterseniz hemen Kur’ân-ı Kerîm’e bakın. Münafikun suresi, ayet: 9-11’de bu sorunun cevabı veriliyor.

Biz de, bu ayetlerden öğrendik. Dünyada insanı en fazla malı ve çocukları meşgul eder. Doymak bilmeyen nefis hiçbir zaman aza kanaat etmez, dâima daha fazla kazanmak ister. Dünya hayatının meyvesi olan çocuklarını daha rahat yaşatmak ve onları kimseye muhtaç etmemek için insan didinip durur. Aslında böyle bir arzu kötü bir şey de değildir. Çünkü zengin olmak, çoluk çocuk sahibi olmak, muhtaçlıktan kurtulmak dinimizin emridir. Kötü olan, yasak olan ölçüyü kaçırmak, çok kazanmak hırsına kapılmak, bunları yapacağım diye ibadetleri ihmal etmek, malım azalır düşüncesiyle Allah’ın emrettiği harcamaları yapmamaktır. Böylesine istenmeyen duruma düşenler, dünya hayatını inafsızca geçirmiş, netice itibariyle zarar etmiş olurlar.

İnsanların çoğu zaafları sebebiyle yapması gerekenleri maalesef ihmal ederler. Ölüm gelip çatınca da “eyvah, ben ne yaptım!” diye pişmanlık duyarlar. Elbette bu faydası olmayan bir pişmanlıktır. İnsan bu pişmanlık içindeyken yeniden başa dönmeyi, yapmadığı ibadetleri yapmayı, bıraktığı açıkları kapamayı arzu eder. Fakat Allah’ın sünneti gereği bu şans kimseye kesinlikle verilmez.

Bu, şaşmaz bir kanun olduğuna göre, hiçbir zevk ve menfaat insana Allah’ı ve O’nun rızasını kazandıracak olan dinî ve insanî görevlerini unutturmamalıdır. Bunu unutanların ahir ve akıbetlerini bize Kur’ân naklediyor. Konu ile ilgili olarak Mü’minun suresinin 99-115’inci ayetlerinin meallerini gelin birlikte okuyalım:

“Nihayet ölüm gelip çatınca der ki: 

- Rabbim, ne olur beni dünyaya geri gönder. Ömrümü boşa geçirdiğim dünyada iyi işler yapayım.

Hayır, hayır. Onun söylediği bu sözleri boş lâftan ibarettir. Tekrar dirilecekleri güne kadar onların önlerinde bir engel vardır, geri dönemezler.

Sûra üflendiği zaman artık aralarında soy-sop ilişkisi kalmaz. Birbirlerinin halini de sormazlar.

Kimin yaptığı iyilikler ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

Kimin yaptıkları da hafif gelirse, işte onlar zarara uğrayanlardır. Onlar cehennemde devamlı kalacaklardır.

Bunların yüzlerini ateş yalar da, dişleri sırıtır kalır.

Allah-u Teâlâ onlara:

Benim âyetlerim sizlere okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil mi? der.

Derler ki:

- Rabbimiz! Azgınlığımız bizi altetti. Biz sapıklık yaptık.

Rabbimiz! Ne olur bizi buradan çıkar. Eğer tekrar önceki halimize dönersek bizi o zaman cezalandır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:

Alçaldıkça alçalın orada. Artık Bana birşey söylemeyin. Çünkü kullarımdan bir grup insan:

Rabbimiz, biz iman ettik, bizi bağışla. Bağışlayanların en iyisi Sensin, demişlerdi. Fakat siz onlarla eğlenir, Beni anmayı unutarak onlara gülerdiniz. Sabrettikleri için bugün Ben onları mükafatlandırdım. Onlar muratlarına erenlerdir.

Allah-u Teâlâ inkârcılara:

Yeryüzünde kaç yıl kaldınız? diye sorar.

- Bir gün veya daha az bir zaman kaldık; sayanlara sor, derler.

Allah-u Teâlâ da onlara şöyle buyurur:

Pek az kaldınız. Keşke bunu bilseydiniz. Sizi boşuna yarattığımızı, Bize dönmeyeceğinizi mi sandınız?”
Boşu boşuna harcanan bir ömürden sonra insanın duyacağı pişmanlığı, ölümden sonra insanın başına gelecek korkunç macerayı berrak bir üslupla anlatan bu ayetlerin meallerini bir kez daha okuyalım, efendim... Okuyalım efendim..
(MEVLÜT ÖZCAN)

20 Ekim 2008 Pazartesi

SAĞLIK YAŞAMAK İÇİN İLK ŞART

Bir Müslüman olarak Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’in hayatını hayatımıza tarz edinmek mecburiyetindeyiz. Dünya ve ahiret mutluluğumuz bu mutabakatla mümkün olur.

Rasûl-i Kibriya (s.a.v.), Allah-u Teâlâ’nın (c.c.) takdir buyurmuş olduğu ömrü rahat, huzurlu ve hazlı yaşamak, ilâhi rızaya nâil olmak için, çeşitli vesilelerle “şunlara riâyet ediniz” buyurmuşlardır.Bunlardan bir bölümünü şöyle sıralayabiliriz:

“Daima taze yemeklerden yiyiniz...”

Buzdolaplarımız Peygamberimizin bu yöndeki uygulamasını ve tavsiyesini yerine getirmemiz noktasında hepimizi tembelliğe sürüklüyor. Haftalık ve aylık yemekler yiyoruz. Bedelini desağlığımızla ödüyoruz.

*“Çok sıcak ve çok soğuk yemeyiniz...”

Bu tavsiyeye uyanlar, sünnet-i seniyyeye göre yaşamış oluyorlar. Böylece sağlık sorunu yaşamıyorlar.

*“Çok çiğneyiniz, yavaş yiyiniz...”

“Bu tavsiyeye riayet edersem hayatın akışına yetişemem; aç gözlülüğümü tatmin edemem” diyenleri hastane kliniklerinin önlerinde sıra beklerken görüyor ya da oralarda görüşüyoruz.”

*“Yemeğe oturmadan evvel ve yemek yedikten sonra ellerinizi yıkayınız...”

Aile terbiyesi alanlar ancak bunu başarabiliyorlar. Hassasiyeti olmayanlar tınmıyorlar bile.

*“Yemekten dâima iştahlı olarak kalkınız, çok yemeyiniz...”

Açgözlülük ne büyük bir musibettir, biliyor musunuz? Böylelerinin karınları doyar gözleri hiç doymaz. Gözün doyması için de kanaat ehli olmak gerek.

*“Üzüm, hurma ve zeytin Allah’a şükretmek için size âfiyet ve kuvvet verir.”

Kur’ân-ı Kerim’de bunlardan bahsediliyor olması dikkat çekici değil mi? Öyle ise, hem yiyelim ve hem de şükür ile gereğini eda edelim...

*“Yorulduğunuz zaman tatlı yiyiniz...”

Çünkü tatlı enerji takviyesinde bulunur.

*“Kırık ve çatlak kâselerden yemek yemeyiniz, su da içmeyiniz...”

*Yemeklerde daima neşeli olunuz. Aile efradıyla birlikte yiyiniz. Misafir bulundurunuz. Yalnız yemek yemeyiniz... Şeytanları yemeğinize ortak etmeyiniz... Besmelesiz başlamayınız... Hamd ve şükürsüz sofradan kalkmayınız...

*“Haftada iki gün (pazartesi, perşembe); ayda üç gün (her arabi ayın 13. 14. 15. günlerinde) Oruç tutunuz; vücudunuz dinlensin...”

*“Bal yiyiniz... bin derde devâdır.”

*“Çörekotu yiyiniz; ölümden gayrısına şifadır.”

*“Sofralarınızdan sirkeyi eksik etmeyiniz; o ne güzel katık ve bereket sebebidir.”
Böylece sağlığınız yerinde olsun...

11 Ekim 2008 Cumartesi

TÜRK KÜLTÜRÜ

UYANIN! KÜLTÜRÜMÜZ ELİMİZDEN GİDİYOR

Biz ne idik ne olduk! En güzel örneklik ve önderlik vasfı bizim ecdadımızın üstündeydi. Rasûlüllah (s.a.v.)’ı en iyi taklid eden bir millettik. Kültürümüzde O’nun sünneti sınırsızdı. Millet olarak bizi yücelten de bu hasletimizdi.

Kültürümüzün geçmişteki özelliğini arşivlerimizdeki belgelerde görüyoruz.

Arşiv belgelerimizi biraz irdeleyelim göreceksiniz neler çıkacak.

Meselâ:

*Bir belgede bir hanım ismi geçtiğinde hemen ardından, çoğu zaman “Allah iffetini artırsın.”

*Bir âlimin ismi geçtiği zaman “Allah ilmini artırsın” şeklinde bir duâ cümlesi gelirdi. (M. Emmioğlu. Osmanlı Vesikalarına Giriş. Konya-1989)

*Yenilen, içilen, kullanılan, fırsat olarak verilen her nimet için “Allah’a şükür”;

*Yapılan yardım/iyilik için “Allah râzı olsun”;

*Bir bardak bile olsa su verene “Ömrün uzun olsun.”;

*Esnaf, müşteriye “Allah bereket versin”;

*Müşteri, satıcıya “Bereketini gör”;

*“Nasılsın iyi misin?” diyene “hamd olsun”;

*Yolculuğa çıkana “Güle güle yolun açık olsun”, “Hayırlı yolculuklar Allah kazadan belâdan korusun”;

*Yemek yedirene “Allah kesene/kazancına bereket versin”;

*Yemek yediren yedirdiğine “Allah, yediğini şifa eylesin”;

*Yeni elbise giyene “Güle güle giy cennette daha hâlisini giyesin”;

*Bebekleri doğanlara “Güle güle büyüt”, “Mürüvvetini göresin.”, “Ömrü uzun ve bereketli olsun.” Allah acısını göstermesin”;

*Ev yapana/alana “Güle güle otur, Allah kazadan belâdan esirgesin. İçinde acı yaşamayasın”;

*Dışarıdan gelenlere “Hoş geldin, safa getirdin”;

*Yeni birşey alanlara “Güle güle kullan, Allah nazardan saklasın”;

*Hacc’tan gelenlere “Allah, hacc’ını mebrur/tam kabül olunan hacc eylesin”;

*Binek alanlara “Allah nazardan korusun...”, “Allah korusun”;

*Nasihat edenlere “Allah te’sirini lütfeylesin”;

*Hizmette bulunanlara “Allah, berhudar etsin”;

*Haber getirenlere “Getiren-götüren sağ olsun, dert görmesin”;

*Kabir ziyaretlerinde, ölenlere: “Allah, kabirlerinizi geniş ve nurlu eylesin”;

*Çocuklarını sünnet ettirenlere “Allah, dâim mürüvvetlerini göstersin”;

*Cenazesi vuku bulanlara “Allah, rahmet eylesin”, “Allah, taksiratlarını afveylesin”;

*Günah işleyenlere “Allah, hidayet eylesin”.. şeklinde bir dua cümlesi gelirdi.

Ya şimdi öyle mi?

*Biri birşey soruyor. Cevaplandırıyorsunuz. Adam: “Oldu” diyor. “Allah razı olsun” demiyor.

*Bir bardak su içiyorsunuz. Yanınızdaki “Yarasın” diyor; “Afiyet olsun” dese ne zararı olacak?

*Adama “Nasılsınız?”diyorsunuz. Verdiği cevap: “Yuvarlanıp gidiyoruz” veya “Düşe kalka yaşamaya çalışıyoruz” ya da “Buna yaşamak denirse, yaşıyoruz” gibi laflar ediyor.

Kültür emperyalizmi insanımızı ne kadar zibidileştirmiş.

Allah (c.c.) encamımızı hayreylesin... (Mevlüt Özcan hocamızdan Allah(cc)razı olsun.

10 Ekim 2008 Cuma

AHLAK !


Güzeller güzelinin ahlakı
Toplumları ayakta tutan varlığını devam ettiren en önemli unsur ahlaktır.Ahlak denilince de tüm insanlığın örnek alması gereken tek insan da Hz.Muhammed (SAV)dir.Onun ahlakından aşağıda kesitler bulacaksınız.Okurken şunu yapmanızı öneririm.Onun ahlakıyla günümüzdeki ahlakı bir değerlendiriniz:Eksiklerimizi görüp gidermeye çalışalım:Olmaz mı?

Allah-u Teala, sevgili Peygamberine verdiği iyilikleri, ihsanları sayarken, kendine güzel huylar verdiğini, (Sen güzel huylu olarak yaratıldın) mealindeki âyet-i kerime ile bildirmektedir. Akreme buyuruyor ki, Abdullah ibni Abbastan işittim: Bu âyet-i kerimedeki (Hulukı azim), yani güzel huylar, Kur’an-ı Kerim’in bildirdiği ahlaktır. (Hadaikul-hakayık) kitabında diyor ki: (Ayet-i kerimede, (Sen hulukı azim üzeresin) buyuruldu. Hulukı azim, Allah-u Teala ile sır, gizli şeyleri bulunmak, insanlar ile de güzel huylu olmak demektir. Çok kimselerin İslam dinine girmesine, Resulullah’ın güzel ahlakı sebep oldu.)
"Muhammed (s.a.v.)’in bin mucizesi göründü, dost düşman herkes de bunu söyledi. Bu kadar mucizelerin en kıymetlisi, edepli olması ve güzel huyları idi. (Rıyadun-nasıhin)"
Saadet ve huzur isteyen…
“Hazret-i Ebu Said-i Hudri buyurdu ki: Resulullah Efendimiz, hayvana ot verir, deveyi bağlar, evini süpürür, koyunun sütünü sağar, ayakkabısının söküğünü diker, çamaşırını yamardı. Hizmetçisi ile birlikte yer, hizmetçisi el değirmeni çekerken yorulunca, ona yardım ederdi. Pazardan öteberi alıp torba içinde eve getirirdi. Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca, önce selam verirdi. Bunlarla müsafaha etmek için, mübarek elini önce uzatırdı. Köleyi, efendiyi, beyi, siyahı ve beyazı bir tutardı. Her kim olursa olsun, çağırılan yere giderdi. Önüne konulan şeyi, az olsa da, hafif, aşağı görmezdi. Akşamdan sabaha ve sabahtan akşama yemek bırakmazdı. Güzel huylu idi. İyilik etmesini sever idi. Herkesle iyi geçinirdi. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Söylerken gülmezdi. Üzüntülü görünürdü fakat, çatık kaşlı değildi. Alçak gönüllü idi fakat alçak tabiatlı değildi. Heybetli idi. Yani saygı ve korku hasıl ederdi fakat, kaba değildi. Nazik idi, cömert idi fakat, israf etmez, faydasız yere bir şey vermezdi. Herkese acır idi. Mübarek başı hep önüne eğik idi. Kimseden bir şey beklemezdi. Saadet, huzur isteyen, Onun gibi olmalıdır." [Kimya-i Saadet]
Üf bile demedi
"Enes bin Malik hazretleri buyuruyor ki: Resulullah Efendimize on sene hizmetçilik ettim. Bana bir kere üf demedi. Şunu niçin böyle yaptın, bunu niçin yapmadın buyurmadı. [Mesabih] "
Mübarek yüzü gülüyordu
"Yine Enes bin Malik hazretleri diyor ki: Resulullah efendimiz, insanların en güzel huylusu idi. Beni bir gün, bir yere gönderdi. Vallahi gitmem dedim. Fakat, gidecektim. Emrini yapmak için dışarı çıktım. Çocuklar sokakta oynuyordu. Onların yanından geçerken arkama baktım. Resulullah arkamdan geliyordu. Mübarek yüzü gülüyordu. "Ya Enes! Dediğim yere gittin mi?" buyurdu. Evet gidiyorum ya Resulallah dedim. [Mesabih]"
Huzur için gönderildim
"Ebu Hüreyre hazretleri diyor ki: (Bir gazada, kâfirlerin yok olması için dua buyurmasını söyledik. "Ben, lanet etmek için, insanların azap çekmesi için gönderilmedim. Ben, herkese iyilik etmek için, insanların huzura kavuşması için gönderildim" buyurdu."
Rahmet diye geldi
Bir âyet-i kerime meali: "Seni, âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik." [Enbiya 107]
Efendimiz çok hayalıydı
"Hazret-i Ebu Said-i Hudri buyurdu ki: Resulullah Efendimizin hayası, bakire İslam kızlarının hayalarından daha çoktu."
Efendimizin saygısı
"Enes bin Malik hazretleri diyor ki: Resulullah Efendimiz bir kimse ile müsafaha edince, o kimse elini çekmedikçe, mübarek elini ondan ayırmazdı. O kimse, yüzünü çevirmedikçe, mübarek yüzünü ondan çevirmezdi. Bir kimsenin yanında otururken iki diz üzerinde oturur, ona saygı olmak için mübarek bacağını dikip oturmazdı."
Malayani konuşmazdı
"Hazret-i Cabir bin Sümre diyor ki: Resulullah Efendimiz az konuşurdu. Lüzumlu olduğu zaman veya bir şey sorulunca söylerdi." Bundan anlaşılıyor ki, her Müslüman’ın (Malayani), faydasız şey söylememesi, susması lazımdır. Mübarek sözlerinde tertil ve tersil vardı. Yani, gayet açık ve metotlu konuşur ve kolay anlaşılırdı.
Sen ne yücesin Efendim!
"Enes bin Malik hazretleri buyuruyor ki: Resulullah Efendimiz hastayı ziyarete gider, cenaze arkasında yürür, çağrılan yere giderdi. Eşeğe de binerdi. Resul aleyhisselamı Hayber gazasında gördüm. Yuları bir ip olan eşek üzerinde idi. Resulullah efendimiz sabah namazından çıkınca, Medine çocukları ve işçileri su dolu kaplarını önüne getirirler. Mübarek parmağını içine sokmasını dilerlerdi. Kış ve soğuk su olsa da, her birine mübarek parmağını sokar, gönüllerini yapardı. Bir küçük kız, Resul aleyhisselamın elini tutup bir iş için götürseydi, birlikte gider, müşkülünü hâl ederdi."
Yok demezdi!
"Hazret-i Cabir diyor ki: Resulullah Efendimizden bir şey istenip de yok dediği işitilmedi."
Sana gelen bana gelsin!
"Enes bin Malik hazretleri buyuruyor ki: Resulullah Efendimiz ile birlikte gidiyordum. Üzerinde bürdi Necrani vardı. Yani Yemen kumaşından bir palto vardı. Arkadan bir köylü gelip, yakasından öyle çekti ki, paltonun yakası mübarek boynunu çizdi, izi kaldı. Resulullah geriye döndü. Köylü zekat malından bir şey istedi. Resulullah Efendimiz onun bu haline güldü. Ona bir şey verilmesi için emir buyurdu. [Rıyadun-nasıhin]"
Buradan anlaşılacağına göre, insanların başında bulunan kimsenin, Resul aleyhisselama uyarak, bunların eza ve sıkıntılarına katlanması lazımdır. Zaten sıkıntıya katlanmak, herkes için iyi bir huydur. Üstlerin katlanması ise daha güzel olur. [Tetimmet-ül mazher]
O kadar cömert ki!
Resulullah efendimizin komşusu bir ihtiyar kadın vardı. Kızını Resulullaha gönderdi. Namaz kılmak için örtünecek bir elbisem yok. Bana, namazda örtünecek bir elbise gönder diye yalvardı. Peygamber Efendimizin o anda başka elbisesi yoktu. Mübarek arkasındaki entariyi çıkarıp, o kadına gönderdi.
Namaz vakti gelince, elbisesiz mescide gidemedi. Eshab-ı kiram, bu hâli işitince, Resul "aleyhisselam" o kadar cömertlik yapıyor ki, gömleksiz kalıp, mescide cemaate gelemiyor. Biz de her şeyimizi fakirlere dağıtalım dediler. Allah-u Teala, habibine hemen şu mealdeki âyeti gönderdi: "Hasislik etme, sıkıntıya düşecek ve namazı kaçırarak, üzülecek kadar da dağıtma! Sadakada ortalama davran." [İsra 129]
O, cennet için çalışırsa!
O gün, namazdan sonra, Hazret-i Ali "kerremallahü vecheh", Resulullah’ın yanına gelip, "Ya Resulallah! Bugün, çoluk çocuğuma nafaka yapmak için sekiz dirhem gümüş ödünç almıştım. Bunun yarısını size vereyim. Kendinize entari alınız." dedi.
Resul "aleyhisselam" çarşıya çıkıp, iki dirhem ile bir entari satın aldı. Geri kalan iki dirhem ile yiyecek almaya giderken gördü ki, bir ama oturmuş, Allah rızası için ve Cennet elbiselerine kavuşmak için, bana kim bir gömlek verir diyordu. Almış olduğu entariyi bu a’maya verdi. A’ma, entariyi eline alınca, misk gibi güzel koku duydu. Bunun, Resul aleyhisselamın mübarek elinden geldiğini anladı.
Çünkü, Resulullah efendimizin bir kere giydiği her şey, eskiyip dağılsa bile, parçaları da misk gibi güzel kokardı. A’ma dua ederek, (Ya Rabbi! Bu gömlek hürmetine, benim gözlerimi aç) dedi. İki gözü hemen açıldı. Resulullahın ayaklarına kapandı.

7 Ekim 2008 Salı

BAL ŞİFADIR

HABER YENİ
Efendimiz’in tıbbi tavsiyeleri
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) her konuda olduğu gibi sağlığımızın korunması ve hastalıkların iyileştirilmesi hususundaki tavsiye ve tatbikatları bizim için ders ve örneklerle doludur. Bunlardan bazıları ve günümüzdeki uygulamaları vardır.
Hastanın morali yüksek olmalı
Yine bugün tıbbın çok iyi bildiği bir gerçek, hastaların moral yüksekliği ile hastalığın yenilmesi veya geriletilmesi durumudur. Peygamberimiz hem hasta ziyaretini hem de onlara moral verilmesi tavsiyesini şöyle yapmıştır: "Ziyaret için bir hastanın yanına vardığınızda, onun bu hastalıktan kurtulabileceği ve daha nice yıllar yaşayacağı ümidini veriniz! Çünkü sizin böyle konuşmanız, Allah’ın kaza ve kaderinden hiçbir şeyi değiştirmez, fakat bu sözler hastanın gönlünü ferahlatır, moralini yükseltir".
Efendimizin bal tavsiyesi
Peygamber Efendimize bir adam gelerek:
- Kardeşimin karnı ağrıyor, bir rivayete göre de:
- Kardeşim ishal oldu, der.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz de:
- "Bal şerbeti içir" buyurmuştur.
Adam ikinci ve üçüncü defa gelip hastalığın geçmediğini söyleyince
Peygamber efendimiz yine:
- "Bal şerbeti içiriniz" demişti.
Tekrar gelerek:
-"İçirdim fakat ishali ve ağrısı geçmedi" deyince
Peygamber (s.a.v.) : - "Allah sözünde doğrudur fakat kardeşinin karnı yalancıdır" buyurdu. Peygamber Efendimiz'in: "Allah sözünde doğrudur" buyurması, Cenab-ı Hakkın şu ayetine işarettir: "Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar. Onda insanlar için bir şifa vardır". (Nahl : 16/69)
Hadisin şerhi Bahsedilen olayda adamın karın ağrısı fazla yemekten doğan hazımsızlıktandır. Peygamber efendimiz, mide ve bağırsakların kıyı ve köşelerinde birikmiş olan fazlalıkları dışarıya atması için bal içmesini emretmiştir, zira bal mideyi temizler ve fazlalıkları dışarı atar. Mideye, yapışkanlıklarından ve kayganlıklarından dolayı besinlerin yerleşmelerini önleyen yapışkan ve kaygan maddeler sıvanmıştı, midenin cidarlarında liflerin uçlarının oluşturduğu saçaklar vardır, bu saçaklara yapışkan ve kaygan maddeler takılıp kaldıklarında, mideyi ve içindeki besin maddelerini bozar. Bu durumda mideyi tedavi etmek, mideyi bu maddelerden temizlemekle mümkündür. Hastalık inat etmiştiPeygamber Efendimizin bal içmesini tekrar istemesinde açıkça tıbbi yönden bir anlam vardır. Burada anlatılmak istenen şey, ilacın miktar ve dozunun, hastalığa uygun olması gerektiğidir. Eğer ilaç az gelirse hastalığı tamamen gideremez. Eğer fazla gelirse vücudun direncini zayıflatarak başka bir hastalığa yol açar. Peygamber Efendimiz, bal içmesini emrettiğinde adam hastalığın direncine kafi gelecek derecede içirmemişti. Bu nedenle de hastalık iyi olmamıştı. Peygamber Efendimize hastanın iyi olmadığını haber verdiğinde içilen miktarın yeterli olmadığını anladı, hastalığın inat ettiği kendisine iletildiğinde o da tekrarda ısrar etti, böylece içilen ilaç miktarının hastalığın direncine denk olmasını sağladı. Hastalığın gerektirdiği kadar içilince Allah’ın izniyle hastalık iyi oldu. İlaçların miktar ve dozlarını, hastalığın ve hastanın gücüne göre ayarlamak, tıb kurallarının en büyüklerindendir.Peygamberimizin: “Allah doğrudur, kardeşinin karnı yalancıdır" sözünde bal şerbetinin faydasının gerçek olduğuna işaret vardır. Hastalığın geçmemesi, doğrudan doğruya ilacın kusuru değildir. Ancak içindeki bozuk maddelerin çokluğu nedeniyle midenin ilacı kabul etmemesi de buna neden olmuştur. Buna bağlı olarak Peygamber efendimiz de ilacın tekrar tekrar kullanılmasında ısrar etmiştir.
Balın bir çok faydası vardır
- Bağırsaklardaki, damarlardaki ve diğer organlardaki pislikleri temizler.
- Yemesi ve haricen sürülmesi, vücut salgılarını düzenler.
İhtiyarlara ve balgamlılara faydalıdır.
- Soğuk algınlığını önler.
Besleyici, tabiatı yumuşatıcı, içine atılan maddelerin özelliğini koruyucudur.
- Hoşa gitmeyen ilaçların özelliklerini değiştirerek hoşa gider hale getirir.
- Göğsü ve ciğerleri temizler, idrarı artırır, balgamın doğurduğu öksürüğe iyi gelir.
- Gül yağıyla birlikte sıcak sıcak içildiği zaman, uyku sersemliğini giderir.
- Eğer suyla karıştırılmış olarak yalnız başına içilirse, mantar zehirlenmesine karşı faydalı olur.
- İçine taze et konulduğunda, etin tazeliğini üç ay süreyle korur. Aynı şekilde içine Acur, Hıyar, Kabak ve Patlıcan atıldığında bu sebzelerin tazeliğini koruduğu gibi, bir çok meyvenin tazeliğini de altı ay süreyle korumaktadır.
- Ölünün cesedini de bir süre bozulmadan muhafaza eder. (Mumya malzemelerindendir.) Bu özelliklerinden dolayı bala "Güvenilir Koruyucu" adı verilir.
- Bitlenmiş bir insanın bedenine ve saçına sürüldüğü zaman bit yumurtalarını öldürür. Saçları uzatır, güzelleştirir ve yumuşatır.
- Eğer bal gözlere sürme gibi sürülürse gözlerin kararmasını giderir.
- Eğer bal ile diş fırçalanırsa dişleri beyazlatır, pasını giderir, dişlerin ve diş minesinin sağlığını korur, damarların ağızlarını açar ve (kadınların) adet kanını getirir.
- Sabahleyin aç karnına balın yalanması, balgamı giderir, midenin iç yüzündeki saçakları oluşturan lifleri yıkar, midedeki artıkları dışarı atar, sıcaklığını normal derecede tutar, tıkanıklıklarını açar. Bu faaliyetleri ciğer, böbrekler ve mesanede de aynen yapar.
- Bal ciğerdeki tıkanmalara ve dalaktaki hastalıklara tüm tatlıların içinde en az dokunanıdır. Bütün bunlarla beraber, kötülüğünden emin olunan, zararı az olan, safralılara rastlanırsa zararlı olan bir besin maddesidir.
-Safralılara olan zararı, sirke ve benzeri maddelerle giderildiği takdirde onlar için son derece faydalı bir hale gelir. Bal, besinlerle birlikte besindir, ilaçlarla birlikte ilaçtır, meşrubatla birlikte meşrubattır. Tatlılarla birlikte tatlıdır, kaymakla birlikte kaymaktır, rahatlatıcı besinlerle birlikte alındığında bir rahatlatıcıdır. Eski alimler sadece bal’a güvenir, tedavide ondan yararlanırlardı. Eski alimlerin eserlerinde şekerin adı geçmez ve onu bilmezler, zira şeker, zamanımızın bir olayı, yakında ortaya çıkan bir besin maddesidir.
-Peygamber Efendimiz balı aç karnına suyla birlikte içerlerdi, bunu yapmalarında koruyucu hekimlik açısından ancak zeki ve erdemli bir insanın anlayabileceği açık bir sır vardır.

BAŞARILI OLMANIN İLK ŞARTI

HABER YENİÇok çalışıyorum başarılı olamıyorum diyen SBS,ÖSS,KPSS,ÜDS,KPDS,ALES,KPDS ÖĞRENCİLERİ yanlış taktik üzerinde yoğunlaşıyorsunuz.
İşte size doğru taktik:Mutlaka deneyin!
Bir işi başarmaya giden yolda ilk adım hedef belirlemek olmalıdır. Hedefler bize kendimizi sevdirir; davranışlarımızı ölçmek için bir ölçüt oluşturur. Hedeflerimiz, işimizi ve yaşamımızı anlamlı kılarsa, bizi motive edip enerjimize enerji katarlar. Hedeflerimize ulaşabilmemiz için hedef belirlerken yapmamamız ve yapmamız gereken şeyler vardır.

Yanlış 1! Ulaşılamaz hedefler belirlemek
Hedeflerimize ulaşmakta hayal kırıklığına uğramışsak bunun bir nedeni hedefimizin çıtasını çok yüksek tutmamızdır. Çok yüksek hedefler belirlememiz bizi hem başarısızlığa sürükler hem de hedefimize ulaşma isteğimizi yok eder.

Doğru 1! Hedefler ulaşılır olmalı
Hedeflerinizi belirlerken ulaşabileceğiniz hedefleri tercih edin. Çok büyük hedefleriniz de olsun elbette ki ama bu büyük hedefe giden küçük hedefleri atlamayın.

Yanlış 2! Mücadeleye davet etmeyen hedefler belirlemek
Aynı şekilde ulaşmak istediğimiz hedeflerin çıtası çok alçaksa, mücadele etme gücümüzü zorlamıyorsa, çalışmak için motivasyonumuz ve enerjimiz kalmaz, başarımız için engel oluştururlar, sonunda ulaşılması değmez hedefler olarak değerlendiririz.

Doğru 2! Hedefler mücadeleci kılmalı
Kendi hedeflerimizi belirlerken veya başkalarının hedef belirlemesine yardımcı olurken onların ulaşılabilir ve mücadeleye davet eden hedefler olması gerekir. Böylece çok çalışmak için motivasyonunuzu hiç kaybetmeyeceksiniz ve hedeflerinize ulaştığınız zaman da başarının tadını tadacaksınız.

Yanlış 3! Yanlış sorular sormayın:
Ulaşmak istediğiniz hedefle ilgili kendinize yanlış sorular sormayın. Örneğin; ?Ben bunu nasıl yapabilirim? Bütün bu bilgileri nerden temin edebilirim? Ya başarısız olursam ne yaparım?
Kendinize böyle yıkıcı sorular sormaya başlar başlamaz, hedefiniz gittikçe sizden uzaklaşacaktır.

Doğru 3! Maceraya dönüştürün
Eğer siz kendinize inanmıyorsanız, kim inanacak? Doğru adımı attığınızdan emin olarak başlayın ve hedefe ulaşan yolu eğlenceli, heyecanlı bir macera yolu olarak düşünün.

Yanlış 4! Yanlış sorular sormayın
Hedefinizle uzaktan yakından alakası olmayan konulara takılmayın. Hedefinize kilitlenin ve hedefinizin etrafında dönün.

Doğru 4! Doğru soruları sorun
Hedefinizle birlikte sahip olacağınız iyi şeyleri düşünün ve doğru soruları sorun.
Bu hedefi daha küçük ulaşılabilir hedefçikler haline nasıl getirebilirim? Başardığım zaman elime geçecek parayla neler yapabilirim? Ben nasıl başarısız olurum, elbette olamam?
Doğru soruları sorduğunuz zaman, cevapları da doğru olacaktır. Ve böyle düşündüğünüz zaman başarıya ve mutluluğa giden yolda ilerleyeceksiniz.

Yanlış 5! Hedefinizin uç noktasına kilitlenmeyin
Hedefinizin en uç noktasına ulaşmak için basamakları tırmanmak zorundasınız. Örneğin 20 kg. verebilmek için öncelikle 1’er kilo vermelisiniz. Aksi halde bir anda 20 kg. vermeniz mevzubahis bile edilemez.

Hedeflerinizden uzaklaşmayın
Doğru 5! Hedeflerinizi daha küçük bölümlere bölün
Eğer zayıflamayla ilgili bir hedefiniz varsa, diyelim ki 20 kilo, bu ilk anda sizin gözünüzü korkutabilir, zor gelebilir. Hedefinizi ? on ayda, her ay 2 kilo vereceğim? diyerek daha küçük, aylık hedeflere bölerseniz, bu kesinlikle başarabileceğiniz bir şey olur.

Yanlış 6! Ezbere gitmeyin
Her zaman akıl defteri kullanılmalıdır. Kişi aklına güvenmemelidir, mutlaka beynindekileri kağıda dökmelidir. Ki anlaşmaları kağıda dökmek sünnettir. Hedefler de kişinin kendisiyle yaptığı bir anlaşmadır.

Doğru 6! Hedeflerinizi yazın
Hedeflerinize ulaşmanın anahtar noktası onları daima hatırlamanızdır. Öncelikle hedefinizi saptadıktan sonra onu sade, anlaşılabilir bir cümle halinde kağıda yazın. ? Ayda iki kilo vermek için her sabah 7-7.30 arası koş? Hedefleri kağıda dökmek, onları daha kesin, gözle görülebilir, somut bir hale getirerek sizin ona ulaşmanızda inancınızı ve motivasyonunuzu arttıracaktır. Hedefinizin illa büyük bir hedef olması gerekmez, her türlü hedefinizi kağıda yazın.

Yanlış 7! Hedeflerinizden uzaklaşmayın
Hedeflerinizi tekrar etmediğiniz sürece her geçen gün bu hedefler etkisini yitirecektir. Bu da sizin hedefinizden uzaklaşmanıza neden olacaktır.

Doğru 7! Hedeflerinizi kendinize sık sık hatırlatın
Gün içindeki koşturmalarımız sırasında hedeflerimiz bazen aklımızdan çıkabilir. Hedefinizi yazdığınız kağıdı çoğaltın ve evde, ofisinizde sık sık bulunduğunuz yerlere banyoya, mutfağa, buzdolabına, masanıza, duvarınıza yapıştırın. Böylelikle uyandığınızda, evinizin içinde bir bölümden başka bölüme geçerken, iş yerinizde gün içinde hedefiniz size sık sık ?beni unutma? mesajını verebilsin.

Yanlış 8! Motivasyonsuz kişilerden uzak durun
Hedefinizle uzaktan yakından ilgisi olmayan kişilerle pek görüşmeyin. Çünkü bu kişiler sizi motive edemeyeceklerdir.

Doğru 8! Motivasyon grubu kurun
Hedeflerinize ulaşabilmek için ortak hedefe sahip kişilerden oluşan bir motivasyon grubu oluşturabilirsiniz. Grup kişilerinin ideal sayısı 4-5 olmalıdır. Haftada bir veya ayda bir kere grup arkadaşlarınızla toplanarak, birbirinize o zaman süresinde neler yaşadığınızı, hedefinize ulaşmak için neler yaptığınızı, birbirinize tavsiyelerinizi konuşun. Böylelikle birbirinizi motive ederek hem olayı daha eğlenceli ve heyecanlı hale getirirsiniz, hem de ulaşmak istediğiniz hedefe giden yol paylaşımla daha kolaylaşır ve kısalır.

Kendinizi ödüllendirin
Yanlış 9! Başarısızlıktan yılmayın
Bazı hedeflerinize ulaşamadığınızda, kendinizi eleştirmeyin. Sadece bu hedefinize bu seferlik istediğiniz süre içinde ulaşamadığınızı kabul edin, onun sizin için hala bir hedef olup olmadığına, vazgeçmek isteyip istemediğinize, değiştirmek isteyip istemediğinize karar verin. Ulaşamadığınız hedeflere bu düşünceyle bakmadığınız takdirde, zamanla onları bilinçaltınızda biriktirerek; "Ben hiçbir şeyi başaramam" inancına sahip olabilirsiniz ve artık yeni hedefler belirlemekten kaçınabilirsiniz.

Doğru 9! Hoşlandığınız hedefleri seçin
Eğer saptadığınız hedeflerin çoğu başarısızlığa uğruyorsa, bunlar büyük bir olasılıkla gerçeğe uygun olamayacak kadar yüksek hedeflerdir, ya da sizin gerçekten ulaşmayı istemediğiniz ve bundan dolayı da öz motivasyonunuzun olmadığı hedeflerdir. Bu yüzden gerçekten istediğiniz ve hoşlandığınız hedefleri seçmelisiniz.

Yanlış 10! Kendinizi cezalandırmayın
Unutmayın ki siz bir insansınız. İnsanlar hata yapabilirler. Hata yapmanız başaramayacağınız anlamına gelmiyor. Kesinlikle kendinizi yaptığınız bir hatadan dolayı aşağılamayın. Çünkü insan eşref-i mahlukattır, Ahsen-i takvimdir.

Doğru 10! Kendinizi ödüllendirin
Hedeflerinizden birine ulaştığınızda, bu çok küçük bir hedef bile olsa, kendinizi ödüllendirin, başarınızın verdiği doyumun tadını çıkarın ki diğer hedeflerinize ulaşabilmek için yeni bir enerjiyle yola çıkın. Hedefleriniz kendinizi gelişmiş, iyi, mutlu ve huzurlu, meydan okumaya arzulu hissetmenizi sağlamalıdırlar. Eğer böyle hissedemiyorsanız, kendinize yeni hedefler tespit edin.

6 Ekim 2008 Pazartesi

ETKİLİ İLETİŞİM

HABER YENİSağlıklı iletişim bir sanattır. Bu sanatı öğrenip hayatımızın her noktasına yerleştirmeyi amaçlamalıyız. Aksi halde çevresince sevilmeyen bireyler oluveririz. Çevresince sevilmeyen bireyler de hiçbir konuda etkili olamaz. Hele ki halka hizmet ederek Hakka hizmet etmeyi amaçlayan bireylerdensek…
İletişimin kuralları
-Bireysel ayrılıklar vardır
-Gönüllülük esastır
-Her birey karar verme gücüne ve hakkına sahiptir
-Tüm insanlar saygıdeğerdir
-Gizlilik esastır
-Sesli iletişimin kapsadıkları
Duraksamalar
Sesin tonu
Sesin yüksekliği
Eee, ıhm… sözcükleri
Duygu tonu
Tekrarlar
Söze yanlış başlama
Gereksiz sözcükler
Akılcılık
Doğallık
Seçilen sözcük
İletişimin püf noktaları
Etkin dinleme becerisi

- Anlatılanların basit tekrarı yapılmalıdır
- Anlatılanın duyulduğuna dair mesaj verilmelidir
- Anlatılanların özeti aktarılmalıdır
- Duygularını dile getirmelidir
Etkili dinlemenin faydaları
- Kişi kendini gerçekten dinleyen kişiye yakın hisseder
- Sorunu ilk baştaki kadar önemli görmeyebilir
- Sorunu dile getirdiği için çözüm yollarını daha rahat düşünebilir
Sessiz iletişimin içeriği
-Göz ilişkisi
-Yüz ifadeleri
-Vücut duruşu
-Kişisel alan
-Kıyafet
-Aksesuar
-Mekan kullanma
-Dokunma
-Kafa işaretleri
-El ve kol duruşu
-Bacakların duruşu
-Beden yönelimi
-Oturma biçimleri
İyi dinlemenin koşulları
-Sessizlik, söz kesmeden
-Anlatılmak isteneni anlamaya çalışma
-Anlatılanın altındaki duyguyu anlamak
-Koşulsuz kabulle dinlemek
-Dürüst olarak dinlemek
Fiziksel olarak dinleme
-Konuşanın yüzüne doğru bakmak
-Beden olarak ona yönelmek
-Gözle iyi bir ilişki kurmak
-Konuşana doğru eğik durmak
-Rahat olmak
Soru sormanın amaçları
-Bilgi almak
-Bilgi vermek
-Anlayıp, anlamadığını sınamak
-Karara ulaşmak
-Konuya dikkat çekmek
Nasıl soru sorulmalıdır?
-Çok özenle
-Fazla olmayacak şekilde
-Yargılayıcı, hesap sorucu izlenim bırakacak (Neden, niçin, niye?..) sözcüklerden kaçınılmalı
-Ne ve nasıl soru sözcüklerini kullanarak
-Açık uçlu sorular sorulmalı
Açık uçlu sorular
-Yönlendirici olmayan, konuşmayı sürdüren soru tipidir
-Daha fazla bilgi almayı sağlar
-Konuşanın keşif yapmasına yarar
-Dinleyenin dikkatli dinlediğini gösterir
-Nasıl ve ne gibi soru kökleri uzun açıklamalar yapmayı sağlayabilir.
Kapalı uçlu sorular
-Evet, hayır… gibi kısa cevaplar
-Cevaplayıcı az düşünür
-Belli gerçeklerin elde edilmesinde yararlıdır
-İstenilen alanla ilgili konuşmayı yönlendirir
-Olumlu ifadeleri pekiştirmek için kullanılır
Konuşanın teşvik edilmesi
-Konuşan kişinin anlattığı anahtar sözcüklerin tekrarlanması ile (…yemek…gördün…)
-Tek sözcüklü devam ettiricilerle (…hı…eee…sonra…başka…)
-Konuşmanın sürmesine yarayacak kısa soruların sorulması ile gerçekleşebilir (…nasıl oldu?)
Duyguların kişiselleştirilmesi
-Kaygı hissediyorsun, çünkü sınavın sonucunu bekliyorsun
-Sınavın sonucunu beklediğin için kaygılısın

5 Ekim 2008 Pazar

ÖZLÜ SÖZ

HABER YENİİnsanlar dikkatlerini toplayamazlar.Bazen sizi dinliyormuş gibi yapıp dinlemezler.Fiziki olarak yanımızda oldukları halde ruhen yanımızda olmazlar.Öğretmenler ve imamlar bu durumdan sıkça rahatsız olduklarını ifade ederler.İşte bu durumu ifade eden çok güzel bir söz var.
"Dizimizin dibinde otururlar,Yemen'de dururlar.
Yemen'de dururlar, dizimizin dibinde otururlar
."
Bu söz üzerinde yoğunlaşalım.

2 Ekim 2008 Perşembe

ÖZLÜ SÖZ

Cenab-ı Mevla buyuruyor ki;
Her şeyi sizin için, sizi kendim için yarattım.

Ben bilinmez bir hazine idim.Bilinmek istedim ve insanı yarattım.(KUTSİ HADİS)

KUTSİ HADİS:Kudsi Hadis Muhammed (s.a.v.)'den Rabbinden isnad yolu ile ahad olarak bize nakledilen hadistir. Kudsi Hadis, Allah'ın kelamından ona izafe edilen bir hadistir. Allah'a nisbet edilmesinin sebebi ilk önce onu konuşanın Allahu Teâla olduğundan dolayıdır. Nebi (s.a.v.)'e izafe edilmesinin sebebi ise Allahu Teâla'dan haber veren olmasından dolayıdır. Ancak Kur'an-ı Kerim gibi değildir. Çünkü o ancak Allahu Teâla'ya izafe edilmektedir. Kur'an'dan bir ayet söyleneceği zaman "Allahu Teâla şöyle buyurdu" denilir. Hadisi Kudsi söylenmek istenildiğinde ise: "Rasulullah (s.a.v.) Rabbinden yaptığı rivayette şöyle buyurdu" denilir. Bir başka ifade ile de şöyle denilir. "Rasulullah (s.a.v.)'in Rabbinden rivayetle Allahu Teâla şöyle buyurdu" denilir. Her iki ifadenin anlattığı anlam ise tektir.

Kur'an ile Kudsi Hadis arasındaki fark şudur: Kur'an'ın hem lafzı hem de manası Vahyi Celi ile Allahu Teâla'dandır. Hadisi Kudsi ise; Lafzı Rasulullah (s.a.v.)'den manası ise ilham veya uyku yoluyla Allahu Teâla'dandır. Kur'an, Cebrail vasıtasıyla indirilen mucize bir lafızdır. Hadisi kudsi ise mucize değildir ve Cebrail vasıtası ile de gelmemiştir. Kur'an, Kudsi Hadis ve Kudsi olmayan hadis arasındaki fark şudur: Kur'an, Cibril'in lafzen Nebi (s.a.v.)'e indirdiği sözlerdir. Hadisi Kudsi; Allahu Teâla'nın ilham veya uyku yoluyla Nebi (s.a.v.)'e verdiği bir haberi Nebi (s.a.v.) kendi ifadesi ile bildirdiği habere denir. Diğer hadisler de Kudsi Hadis gibi manası Allah'tan lafzı ise Rasulullah (s.a.v.)'dendir. Ancak Allahu Teâla'ya nisbet edilmiştir. Allahu Teâla'ya izafe edilen Kudsi Hadisi hadis diye isimlendirmek ıstılahi bir isimlendirmedir.

Şerefli mahlukat olarak yaratılmış olan insan, dünyaya ne için gönderilmiş olduğunu unutmayalım.
Yukarıdaki iki tane özlü sözü düşünelim.