25 Aralık 2012 Salı

HAZRETİ MEVLNADAN ÖĞÜT

Mesul olduğun şeylerle meşgul ol.

10 Aralık 2012 Pazartesi

ÖĞRETMENLER ÖĞRENCİLERİN KRAL OLDUĞU DÖNEMDE ÖĞRETMENLİK YAPIYOR

Şimdiki öğretmenler öğrenci iken devamsızlıktan sınıfta kalıyor, tek dersten bile zayıfları olduklarında sınıf tekrarı yapıyor, genellikle idareye çağrıldıklarında haydar ile tanışıyorlardı. Tek ayaküstünde sınıfın köşesinde bekliyorlar, yolda öğretmenle karşılaştıklarında yollarını değiştiriyor, karşı kaldırıma geçiyorlardı. En ufak saygısızlıklarının bedelini ağır ödüyorlardı. Saçları uzun, sakalları varsa ve okul kıyafetleri uygun değilse okul kapısından geri çevriliyorlardı. Müdür yardımcısının elinde makas saçı uzunlara kertme atıyordu. Fauller en sorun olan kısımlardı öğretmen tuttu mu çekerdi acıtana kadar. Ama tatlı sert bir disiplin vardı.

O zamanlar eti senin kemiği benim diyen veliler öğrenciyi emanet ederlerdi öğretmene.

Şimdiki öğrencilere ise sınıfta kalmak nerdeyse imkânsız iken imkânsızı başarıyorlar. Devamsızlıktan sınıfta kalanlara bile af geliyor. Sigarasını neredeyse öğretmeninin yüzüne üfüren öğrenciler mevcut. Öğrenci tarafından kılık kıyafet serbestîsi disiplinsizlik olarak algılanıyor. Okullarda kimin öğrenci olduğu anlaşılmaz hale geldi. Öğretmenini bıçaklayan hatta öldüren öğrenciler görür hale geldik. Cep telefonu ile sınıfta klip çekenler öğretmenlerini gizli videoya çekenler mevcut. Öğrencinin kulağını çeken öğretmenlerin basında boy boy resimleri çıkar. Okulu basan öğrencinin yakınları uzar gider bu konu.

Bu tür özgürlükler sonucunda okulların yönetilemez ve disiplinsiz bir hal aldığını düşünenler çok, bende bunlardan birisiyim. Öğrenci özgürlüklerinin farkına varıp onları kullanmayı becerebilirse bir sorun çıkmaz ama bu özgürlükleri disiplinsizlik adına kullanırsa işte o zaman sorun çıkıyor.

Bu konular hakkında MEB’in acilen öğrenci ve öğretmenlere seminerler düzenlemesi gerekiyor. Burada en büyük sorun okulda, sınıfta bulunan öğrencinin gerçekte öğrenci olup olmadığı, Bizim zamanımızda farklı sınıftan öğrenciyi kendi sınıfımıza alıp öğretmen ne zaman far edecek diye öğretmene şaka yapmaya kalkardık.


Peki değişime karşı mı çıkalım?

Tanzimat fermanından sonra, idam cezasını uygulama ve suçluları cezalandırma yetkileri ellerinden alınan valiler temsil ettikleri makam açısından büyük oranda işlevsiz bir duruma indirgendiklerini zannıyla artık kimseye sözümüz geçmez telaşına kapılmışlardı. Valilerin idam yetkisi kaldırılınca, Sivas valisi “Ne günlere kaldık, tanrım, devletin bir vali paşasının artık adam asma yetkisi bile yok!” deyip ağlamıştı.

Şimdi ise öğrencilere kılık kıyafet, cep telefonu vb özgürlükler verildi diye okullar yönetilemez duruma mı geldi? Bunu zaman gösterecek ama görünen köyde kılavuz istemez. Ben umutsuzum.

Örneğin öğrenci ara zamanlarda dersinin olmadığı durumda okul dışına bırakılacak mı bırakılmayacak mı? Okullarda yaşanan en büyük sıkıntı şu an için bu.

John Stuart Mill; “Bir kişinin özgürlüğüne karışmak, sadece başkasına zarar vermesini engellemek içinse doğrudur.” demiş.

Sanırım öğrenciyi okul dışına bırakmayan yönetici ve öğretmenler hürriyeti tahdit suçlaması ile karşı karşıya kalabilirler. Benden uyarması!

Öğrenciyi okul dışına bırakmak istemeyen yönetici ve öğretmenler; okul çevresindeki insanlar bu durumdan rahatsız olmasınlar, okul öğrencileri sigara vb alışkanlıklarını okul dışında kullanmaya kalkmasınlar, okula laf söz gelmesin diye bu davranışı sergilerler. Ama okul forması da artık tarih olduğuna göre öğrencinin alnında okulun adı yazmadığına göre okul yöneticileri ve öğretmenler de bir mahcubiyette yaşamayacaktır. Okul çevresinde sigara içen öğrencileri gören yaşlı başlı adamlar artık sizi yetiştiren öğretmene diye başlamayacak lafa, belki yine başlarlar ama siz tıkayın kulağınızı.

Sadece öğrenciyi siz öğretmenler yetiştirmiyorsunuz ki, Facebook var, Twitter var, Cep telefonu ile çekilen mesajlar var. Var oğlu var, çağ iletişim çağı.

Sanırım öğrencinin okulda cep telefonu kullanmasını engelleyen yönetici ve öğretmenler iletişimi engellemek suçlaması ile karşı karşıya kalabilirler. Benden uyarması!

Unutmayın zamanın Milli Eğitim Bakanı okullarda cep telefonuna kısıtlama getiren yeni disiplin yönetmeliği hazırlanırken başarılı öğrencilere cep telefonu hediye etmişti. Bir ilin Valisi de YGS Türkiye birincisine yarım altın hediye etmişti. Bu hediyeleri neden eğitimle ilgili seçmiyoruz. Neden burs veya bilgisayar vermiyoruz da hediye olarak illaki cep telefonu ve altın hediye diyoruz?

Kısacası şimdiki öğretmenler; öğretmenlerin kral olduğu dönemde öğrenci, öğrencilerin kral olduğu dönemde ise öğretmenlik yapıyorlar. Durumun özeti bu.

Ahmet KANDEMİR

Memurlar.net Öğretmenler Bölüm Sorumlusu

Memurlar.Net

7 Aralık 2012 Cuma

Nefse karşı en büyük cihad namazdır

Her ibadetin kendine göre bir yeri ve bir ağırlığı vardır. Mü’minin bütün mükellefiyetleri, usûlden fürûa, en temel konulardan en uzak dala, meyveye kadar bütün ibadet ü taat ciddî bir tenasüp içindedir ve aralarında hiçbir aykırılık yoktur. Namazsız ve oruçsuz bir cihad tesirli olamayacağı gibi cihadsız bir namazın da aslına uygun edası mümkün değildir. Evet, bunlar birbiriyle omuz omuza ve diz dizedirler. Mevcudiyetlerini tıpkı bir kubbede baş başa vermiş taşlar gibi beraber sürdürürler.

Akide de böyledir; imansız İslâ-miyet olamayacağı gibi İslâmiyet’siz iman da tam olmaz. İnsan inanması gereken şeylere sağlam inanacaktır ki sağlam Müslüman olabilsin. Bir insan sağlam inanmadan İslâmiyet’in emirlerini yerine getirse bir noktada ya kendisi ya da nesli bırakır o emirleri. İnsan hem sağlam inanmalı hem de tam tekmil amel etmelidir. Amelle desteklenmeyen iman yavaş yavaş zayıflar ve çözülür ki günümüz nesli bunun canlı misalidir.
Binaenaleyh cihadla namaz birbirinden ayrılmamalı. Sahabe-i kiram hem Allah yolunda cihad eder hem de namaz kılardı. Çünkü namaz, kulun günde beş defa Allah’a karşı ahd ü peymânını yenilemesi, cihadla beraber sair vazifeler ise Allah nezdinde mükemmeliyete yürümesi demektir. Aslında insan günde beş defa değil, belki beş yüz defa ahd ü peymânını yenilese yeridir.. evet, ancak bu sayededir ki insan aşk u şevk, samimiyet ve ihlâsla cihad vazifesini de yapma iz’anına sahip olur.
Salât-ı Havf
Kur’ân-ı Kerim’de salât-ı havf (korku namazı) tafsilâtıyla anlatılır. Bu namazla bize, düşmanın bizi oka tuttuğu, savaşın en çok kızıştığı zamanda dahi namazın aksatılmaması gerektiği gösterilir.. evet, düşmanın okları altında dahi namaz kılınacak, hem de cemaat fevt edilmeden. Şöyle ki, cemaatin bir kısmı düşman karşısında dururken diğerleri gelip imam arkasında namaz kılarlar. İmam arkasında ilk rekâtı kılanlar ikinci secdeden sonra ayrılır vazife başına giderler; bu defa da düşman karşısında duranlar gelip imama uyarak namaz kılarlar. Bunlar da imamla bir rekât kıldıktan sonra bu sefer onlar cepheye giderler. Birinci kısım döner gelir, lâhik olduklarından dolayı namazı kıraatsiz olarak tamamlayıp selâm verir, sonra düşman karşısına dönerler. Daha sonra ikinci kısım gelir, namazlarını kıraatle tamamlar. Bu şekilde o iki rekât namaz eda edilmiş olur.
Evet, düşman karşısında savaşırken dahi namaz kılınacak ve hiçbir şekilde Allah hatırdan çıkarılmayacaktır. Yümün ve bereket olması için insanlar bu vazifeyi yerine getirirken bunu O’nun emrinden dolayı yapacaklardır. Evet, namaz ve mücahede birbirinden ayrılmayan şeylerdir. Sahabe, kanlı elbise ve kılıçlarıyla düşmanın karşısında namaz kılıyordu. Dolayısıyla da Cenâb-ı Hak onları hep teyit ediyordu. Bu itibarla teyit görmeyenler, bunu Allah’la (celle celâluhu) münasebetlerinde aramalıdırlar.
Günümüzde, gece hayatı olmayan, sadece işin lafını yapan bazı insanlar vardır ki bunlar sadece işin edebiyatını yapmaktadırlar. Oysaki bizim daha çok ruh sıhhatine, gönül selâmetine, ledünniyat temizliğine ve saflığına ulaşmaya ihtiyacımız vardır. Kur’ân, “Siz kendinizi düzeltmeye bakın!” (Mâide, 5/105) diyor. Allah, Kendi rızası istikametinde ibadet yapan ve Rabb’ine karşı saygılı insanları sever. Kolaycılar ise hem “Ben, Allah’ın kuluyum, Allah’ın bana yüklediği vazifeleri yapıyorum.” derler hem de bin türlü isyan içinde bulunurlar.
Yapıyorsan Anlat
Hakikî mü’mine gelince o, Allah’ın kendisine yüklediği vazifeleri yapmayı başkalarına müessiriyet adına önemli bir esas kabul eder. Çünkü Allah, bu hususta “Benden hayâ et yâ İsa!” diyerek Hz. İsa’ya dahi tembihte bulunur. Bu da “Yapıyorsan anlat, yapmıyorsan Allah’tan utan!” demektir. İnsanın asıl vazifesi, sorumluluklarını önce kendisinin yapması sonra da fırsat buldukça bunları anlatmasıdır. Böyle biri, misali başkalarından verse de hep yaptığı şeyi anlatıyor gibi olacaktır. Evet, bir insan meselâ teheccüt kılmıyorsa, ona başlamadan başkalarına tavsiyeden ürpermeli. Zira bunun tesiri olmayacaktır ve o boşuna çenesini yoracaktır. Keza bir insanın “Haftada pazartesi ve perşembe olmak üzere iki gün oruç tutun!” diyebilmesi için önce kendisinin tutması lâzımdır. Zira Allah “Niye yapmadığınız/yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?” (Saf, 61/2) buyuruyor. Sanki “Utanmıyor musunuz?!” der gibidir.
Bunun gibi, namazı irşaddan ayıramayız. Cihad mühim bir farz olduğu gibi namaz da insanın nefsine karşı en mühim cihadıdır. Allah Resûlü bir savaştan dönerken, “Şimdi küçük cihaddan, büyük cihada dönüyoruz!” buyurmuş, bunun üzerine sahabe büyük cihadın ne olduğunu sorunca da Efendimiz, “Nefis ile olan cihaddır.” (Beyhakî, Zühd, 1/165) cevabını vererek asıl büyük cihadın nefisle boğuşma olduğunu ifade etmiştir. Namaz kılmayan insan ise nefsine yenik düşmüş demektir.
 
Nefse karşı en büyük cihad namazdır

M. FETHULLAH GÜLEN   -   19 Ekim 2012  

6 Aralık 2012 Perşembe

HAFTANIN HADİSİ

مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللَّهُ

İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.
Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16.

KANALİZASYON KANALLARI

Televizyon ekranlarındaki "eğlence formatlı" programcılık anlayışı, toplumsal çürümeyi tetiklerken aile yapısını ayakta tutan manevi dinamikleri yok ediyor. 25 kişinin kadınlı erkekli kucak kucağa bir arabanın içine doldurulduğu yarışma programları reyting listesinde zirveye kurulurken evlilik programlarında yaşanan rezaletlere her gün bir yenisi daha ekleniyor. Şanlı tarihimizi çarpıtan diziye 75 bölüm sonra tepki gösteren devlet büyüklerimizin her gün yaşanan bu rezaletlere tez elden müdahale etmeleri gerekiyor.


Nedim Odabaş
Hem ahlâksız hem de pişkin
Geçtiğimiz aylarda Esra Erol'un sunduğu evlilik programında yaşanan "kadından kadına evlilik" teklifinden sonra önceki gün de Ekin TV'de yayınlanan Dünya Evi programındaki "erkekten erkeğe evlilik" talebi, rezaletin son perdesi olarak dikkat çekti. Programa telefonla bağlanan ve oldukça zengin olduğunu söyleyen bir kişi stüdyoda bulunan kadın katılımcılar yerine erkek katılımcıya talip olduğunu açıkladı. Önce olayın şaka olduğunu sanan sunucu telefondaki kişinin Hollanda'da yaşadığını, bu tür evliliklerin Hollanda'da serbest olduğunu söylemesi üzerine telefonla bağlanan kişiyi hattan aldı.
Böyle sunucuya böyle yarışmacı
Ekranlarda boy gösteren ilk evlilik programlarından biri olan ve halen özel bir tv kanalında yayınlanan Su Gibi isimli programın bayan sunucusunun giydiği/giymediği kıyafetlerle geçtiğimiz günlerde sosyal medyada gündem oluşturdu. Söz konusu bayanın, çiçeği burnundaki eşi ise karısının canlı yayında kaydedilen görüntülerinin video sitelerinde yayınlanması üzerine harekete geçti. Öfkeli eş karısının videosunu günler süren mücadelenin ardından internetten kaldırmayı başardı. Akıllarda ise "böyle TV sunucusu olan ülkede böyle yarışmacı olur" özlü sözü kaldı.
Türk televizyonlarına hakim olan "eğlenceyi baz alan" programcılık anlayışı, toplumsal ve manevi dinamiklerin ortadan kaldırılmasının temel aracı haline gelmeye başladı. Milli, manevi değerlere hiçbir saygısı olmayan, insanları "zevk, tüketim" anlayışıyla şartlandıran bu programlar ve diziler, toplumu yeni bir biçime sokabilmenin arayışını güdüyorlar.
Özellikle dizi kültürüyle manevi değerlerimizi, ahlak anlayışımızı dejenere etme noktasında birbirleriyle yarışan programcılık mantalitesi, ortaya koyduğu her programla yeni bir rezaletin perdesini aralamaya devam ediyor.
Hiçbir mahremiyet kaygısı olmayan İzdivaç programlarında yaşanan rezillikler, Türk toplumunun nasıl bir boyuta evrilmeye çalışıldığının yeni bir boyutu olarak dikkat çekiyor. Bundan aylar önce ATV ekranlarında yayınlanan Esra Erol'la İzdivaç programında, stüdyoya bağlanan bir kadın izleyici, bayan konuklardan birisiyle evlenmeye talip olmuş ve programda şok yaşanmıştı.
Lezbiyen tekliften sonra eşcinsel teklif
Ekin TV'de önceki gün yayınlanan program ise İzdivaç saçmalıklarında başka bir rezaletin perdesini araladı. Selvihan Madenoğlu ile Dünya Evi programında zengin bir işadamı programın stüdyo konuklarından erkek bir adaya talip oldu. Ekin TV ekranlarında yayınlanan evlendirme programı Selvihan Madenoğlu ile Dünya Evin'de zengin olduğunu söyleyen bir kişi programa telefonla bağlandı ve kadın yarışmacılar yerine erkek yarışmacıya talip olduğunu açıkladı.
Televizyon ekranlarındaki İzdivaç saçmalıkları ise önceki gün yaşanan rezaletle bambaşka bir boyuta taşındı. Önce olayın şaka olduğunu sanan sunucu telefondaki kişinin Hollanda'da yaşadığını, bu tür evliliklerin Hollanda'da serbest olduğunu söylemesi üzerine telefonla bağlanan kişiyi hattan aldı.
Diğer yandan Fox Tv ekranlarındaki Su Gibi Programının sunucusu Songül Karlı için sosyal medyada yaşanan tartışmalı süreç, Karlı'nın eşini de rahatsız etti ve söz konusu görüntülerin silinmesi için günlerce mücadele etti.
Kanal D ekranlarında yayınlanan Ben Bilmem Eşim Bilir programındaki mahremiyet algısı ise zihinlerden silinen maneviyat direnç noktalarımızı ortaya koyması bakımından oldukça anlamlı. Hediye aracı kazanabilmek için 25 kişinin "kadın- erkek" "kucak kucağa" aracın içine doluşturulması, kapitalizmin bizleri taşıdığı uç noktaları ortaya koyuyor. Diğer yandan aynı programda, bir bayan yarışmacının eşini motive etmek için söylediği, "Mahremiyet sınırlarını aşan" sözler ise, geçtiğimiz günlerde RTÜK'te yapılan değerlendirmede herhangi bir cezai müeyyedeye gerek görülmedi.
Avrupa Birliği Muktesabatı denilerek zinanın serbest bırakıldığı Türkiye'de, şimdi yeni bir tartışmanın fitili daha ateşlendi.
Yaşanan rezilliğe "Zinayı serbest bırakma" noktasında hiçbir kaygı duymayan hükümetin, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ve AB'nin her türlü pisliğini ülkeye ithal etme noktasında çabalarını esirgemeyen Baş Müzakereci Egemen Bağış'ın ne tür bir tepki vereceği ise merak ediliyor.
Zira, Avrupa Birliği'nin bazı ülkelerinde "Eşcinsel Evlililiğe" izin veriliyor.
Yaşanan gelişmeler ve televizyonlardaki bu rezillikler konusunda vatandaşlar ise RTÜK'ün üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesini, hükümetin ise "Milli manevi değerlere olan bu saygısızlıklara" daha ağır yaptırımlar getirmesini bekliyorlar.
Lezbiyen çift Türkiye'de evlenebilmişti
Mahremiyet konusundakı sınırların kaldırılmasından sonra Türkiye sınırları içinde yaşanan bir rezalet de, İngiliz lezbiyen çiftin Muğla'da törenle evlenmesiydi.
İngiliz lezbiyen çift, Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde düzenlenen törenle temsili olarak evlendi. Lezbiyen çiftin temsili nikahını, onlarla birlikte İngiltere'den gelen Mike Thomas kıydı.
İngiltere'nin Vorthing kentinde tanıştıklarını, 8 yılı aşkın süredir birlikte yaşadıklarını söyleyen 28 yaşındaki Vickie Jenner ile 25 yaşındaki Charlotte Winsor, Ölüdeniz Kıdrak Koyu plajında düzenlenen törenle temsili olarak evlendi.
Vickie Jenner ile Charlotte Winsor, klasik bir otomobille Kıdrak Koyu'na geldi. Plaja serilen kırmızı halının üzerinde yürüyen Jenner ile Winsor'un temsili nikahını, Mike Thomas kıydı.
Törende, Charlotte Winsor ile Vickie Jenner'in nasıl tanıştıkları ve yaşam öyküleri anlatıldı. Daha sonra küçük bir çocuğun getirdiği yüzükler Jenner ile Winsor çiftinin parmaklarına takıldı.
Bu bir faciadır
Türk televizyonlarındaki eğlence amaçlı, insanlarımızı dönüştürmeye çalışan programcılık anlayışının geldiği noktayı sorgulamamız gerekiyor. Kadının kadına, erkeğin erkeğe evlenme teklif etmesi, tam anlamıyla bir faciadır. Toplumun değerlerini çürütülürse, arkasından mutsuzluk, huzursuzluk gelir. Aile yapısının özenle ve ihtimamla korunması gearekir. Bu tür teklifler ve talepler, evlilik kurumunun mahremiyetine de bir aşağılamadır. Evlilik kurumu bir ciddiyet ve ağırlığı beraberinde getirir.
Her bakımdan özenli olmak ve geleceğimizin teminatı olan Aile yapısını en ciddi şekilde korumak, muhafaza etmek zorundayız.
Ahlak yapımızı dejenere eden böylesi durumların daha özenli şekilde ele alınması ve bir daha tekrarlamaması cihetiyle cezalandırılması gerektiğini düşünüyorum.
İnsan kalitesini yükseltmek, aileyi yüceltmek gerekir
Bu programlar reyting adına üretilen programlar alan memnun yapan memnun. Toplumun beğenilerine uygun program yapmak yerine, toplumun bilinçlenmesini sağlayarak beğenileri yükseltmek gerektiğini düşünüyorum. Yaşamın standartlarını yükseltmek, yaşamın kalitesini yükseltmek gerekir. Biz Müslüman olduğumuz için bulunduğumuz pencere itibariyle bakıyoruz.
Ne deniliyor: "Nasıl bir toplumsanız, öyle yönetilirsiniz" Temelde tek başına bunlar suçludur diyemeyiz, alt grup olarak insanın kalitesini yükseltmek lazım. İnsanın kalitesini yükseltebilirsek, zaman içinde böyle saçma sapan şeylerin de ortadan kalkacağını düşünüyorum. Aile yapımızı koruyacak, insan kalitesini yükseltecek çalışmalar yapmalıyız.
MİLLİ GAZETEDEN ALINTIDIR

1 Aralık 2012 Cumartesi

GIYBET ÜÇ ÇEŞİTTİR


• Birincisi gıybet edip de ‘Ben gıybet etmiyorum, onda olanı söylüyorum’ demektir. Bu, fakîh Ebûlleys’in Tenbîhu’l-Gâfilîn isimli kitabında dediği gibi kat'î bir haramı helâl saymaktır.
• İkincisi yapılan gıybet, gıybet edilene ulaşmış ise bu haramdır. Helâllaşmadıkça tevbe tamam olmaz. Çünkü eziyet etmiş, kul hakkı geçmiştir.
Hadîs-i şerîfte “Gıybet zinâdan daha şiddetlidir.” buyuruldu.
‘Nasıl olur?’ denildi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
‘Bir kimse zinâ eder, sonra tevbe eder, Allah mağfiret buyurur, bağışlar. Gıybet eden ise gıybet edilen bağışlamadıkça mağfıret olunmaz.’ buyurdular.
• Üçüncüsü, gıybet, gıybet edilene ulaşmamış ise, hem kendisine ve hem gıybet ettiği kimseye istiğfar ederek tevbe etmekle afvolunabilir.
Açıkça günah işleyen ve bu yaptıklarının duyulmasından gurur duyan kimsenin gıybetinde vebâl olmaz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.);
“Yüzünden hayâ elbisesini (haya perdesini) çıkaran kimsenin (yaptıklarını söylemek) gıybeti olmaz.” buyurmuştur.