Yunus, “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsen, / Ya bu nice emektir..!” derken bize “iyi” olmanın sırrını anlatır sanki. Öyle ise kaçınılmaz olan kendimizi bilmektir.
Rabbimiz, Hadis-i Kudsisinde Peygamber (s.a.v) Efendimiz için bir yandan “Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım” derken bir yanda da bütün canlıları kendisine ibadet etmek, kulluk yapmak için yarattığını haber veriyor.
Kendini bilen Rabbini bilir
Bu uyarıya uyan kişi şüphesiz Hakk’a ulaşır. Bu öyle bir yoldur ki, tersi de düzü de Hakk’a çıkar. Elbette kendini bilen Rabbini bilir. Ve elbette Rabbini bilen kendini bilir.
Hz. İbrahim kendini bildiği için Rabbini bildi.
O’nun önce yıldızlara, sonra aya, daha sonra da güneşe olan iltifatı kendini bilmesinin eseriydi. Bunun içindir ki, Rabbi’nin de yardımıyla batıp zail olanlardan yüz çevirmesini başardı da, “Beni ve bütün bu kainatı yaratan kudret sahibi yok ve zail olamaz” dedi.
Aczimizin farkındayız
Yine İbrahim aleyhisselam, bütün bir canlı bedenin ölüp ve nihayet toprak olmasından sonra nasıl tekrar bir araya getirileceğini merak ederken inancında zerre eğrilik yoktu. O, kendini bildiği için zaafının da farkındaydı. Bu yüzden Allah’ın (c.c) sorusuna, “İnanıyorum Rabbim! Lakin kalbim mutmain olsun istiyorum!” diye cevap vermişti.
Meyillerimizle belli oluruz
İbrahim Aleyhisselam’ın oğlunu kurban etme azmi de kendini bilmekten neşet etmiştir. O, Allah’dan (c.c) bir erkek evladı istemiş ve bunu vermesi halinde en sevdiği şeyi kurban edeceğini söylemişti. Allah (c.c) Ona istediğini vermiş fakat meylini de verdiği şeye çevirmişti. İbrahim (a.s) gördüğü rüyadan sonra fark ettiki, kurban edeceği şey en sevdiği şeydir; yani oğlu İbrahim’dir. O kendisini bilmeseydi Allah’a olan vaadinden dönerdi. Bunun için derdini çok meylettiği oğluyla paylaştı. Allah ta (c.c) oğlu vasıtasıyla O’nun kalbine cesareti ve sadakati koydu. O Rabbini bildi, Rabbi de bir koç göndererek O’na ikramda bulundu.
Kendini bilen kötü olmaz
Kendini bilmek insan olmanın özelliğidir. Yani fıtridir, doğuştan vardır. Bunun aksi arızidir ve sonradan, çevre ve eğitimle elde edilir.
Başta Peygamberler olmak üzere, Onları takip eden her insan mutlaka kendini bilir.
Kendini bilen fıtri özelliklerini bozmaz. Onlara sahip çıkar.
Kendini bilenin adaletten ayrılması söz konusu değildir. Çünkü adalet duygusu da kendini bilmek gibi, fıtridir. Fıtri olduğu için de eşitlik gibi pazarlıkla, güçle, rızay-ı taksimle elde edilmez. O fıtridir ve özünü Cenab-ı Hakk’ın “adl” sıfatından alır.
Kendini bilen bu sıfatı bilir ve asla adaletten şaşmaz.
Kendini bilen sadıktır aynı zamanda.
Bilir ki Allah aslâ vaadinden dönmez.
Allah’ın (c.c) bu sıfatının kendisinde tecelli etmesinin zorunluluğunu bilir ve o da aslâ vaadinden dönmez.
Yaratılışta Rabbine verdiği sözü O’na kavuşuncaya kadar aslâ terk etmez.
Sen bizim Rabbimizsin, biz de Senin kulunuz demeyi bir an bile hatırdan çıkartmaz.
18 Kasım 2008 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder